cici101-serhad
  ŞiirLer
 

Ben susmaLıyım ki; tüm cümLeLer sana kaLsın..Bazen susmaLıyım diyOrum kendime,susmaLıyım ki;yüregimin sesi yüregine uLaŞsin..Beni duymamak iÇin direnen kuLakLarın,bari yüregimi anLasın..Ben susmaLıyım ki; tüm zor cümLeLer sana kaLsınn..Konusmak Çok canımı yaktı ben susayım ki birazda canımı yakanLarın canı yanSın...!!!

 

SEVGİ... SEVGİ... SEVGİ?

 

Ah!...Ulan!... Ah!...

İnsan içinde.....
Yalnızlığın sağnaklarında..
Dertlerin sellerinde boğulmuşuz.
Farkında olmadan
Kalabalığın ortasında
TENHALARDA KALMIŞ
İçimize akmışız...
AH!..ULAN!AH!....
Doğrular içinde...
Yalanların taaruzunda kalmış..
İhanetlerin çirkefliğinde...Kaybolmuşuz..
Dikkat!..etmeden..bilmeden,
Şerefsizlere,kitapsızlara kalmış...
Yüreğimize zehir akıtmışız..
BATMIŞIZ....BATMIŞ...
AH!..ULAN!..AH!...
Allahsız...Kitapsızlar!...
Fani dünyada
Güzellikler içinde
Vicdansızlar tarafından yağmalanmışız..
Duygusuzların...ruhsuzluğunda...SİLİNMİŞİZ..
İNANMIŞIZ..ÖĞRENMEDEN..
VE....
ORTA YERDE KALAKALMIŞIZ
Kimseye üf!..etmeden...
Tüm benliğimizi paramparça etmiş
Bile bile kendimizi yakmışız..YAKMIŞ...
AH!..ULAN!..AH!...

 

Anne

Bir zamanlar bende çocuktum,
Uçurtma kuyruğu hayallerim vardı.
Bir zamanlar bende uçuktum,
Bilye rengi yarınlarım vardı.

Eski zamanlar vardı anne,
Sen akşamları dualar öğretirdin,
Gaz lambamız, birde gecekondumuz,
Fakirdik ama, zengin rüyalarımız vardı anne.

Bir bahçemiz vardı anne,
Hani içinde soğan yetiştirdiğimiz,
Birde kuluçkaya yatırdığımız tavuklarımız,
Birde hayaller kurduğum dut ağacımız ...

Sanki çilen yetmezmiş gibi, direten olmuştum,
Her çocuk gibi bir kardeştir tutturmuştum,
Çok geçmeden bir değil, bin bir DİLEK doğmuştu,
Yeni umutlarımız yarınlarımız olmuştu...

Hayat o yıllarda siyah beyaz akıyordu,
Komşuda Türk filmi izlemek için oğlun ne çok ağlıyordu,
Biliyorsun dizlerinden hiç düşmüyordu,
Aslında o yıllar gökkuşağı renginde kayıyordu ...

Evin çatısını daha yeni kapattırmıştık,
Babam bir taksi sevdası tutturmuş gidiyordu,
Hani fiyaka olsun diye değil,
Ekmek parası için evi satıp, kiraya çıkmıştık ...

İşte ne olduysa ondan sonra oldu,
Hayat senetli ipotekli soldu soldu,
Ankara dar gelmişti, göç şart oldu,
Dertlerin en zalim yeri sungurlu oldu ...


İlkokulun yokuşlu yolları ve siftahsız günler,
Halde bir sinema biletine tükenen geceler,
...ve perme perişan geçen en acı yıllar,
...ve Sungurlu, ah!... Sungurlu, diyarı dertler...

Çok dayanamamıştı, yalnız babam,
Çaresiz tası tarağı satıp tekrar Ankara?ya düştük,
O yıllarda Ayhan IŞIK solan bir kareydi,
Bizler darmadağın, ağlayan babam ...

Telsizlerde bir apartman dairesinin giriş katı,
Kim bilirdi en güzel günde sele kapılsın,
...ve suların arasına bilyelerim karışsın,
Defterlerimiz, üstümüz her şeyimiz çamura bulaşsın ...

Çok geçmeden sitelere, doğduğumuz yere taşınmıştık,
Dilek?li en güzel okul yıllarım o zamanlara tesadüf eder,
Her sabah aynı terane, dolmuşta iki kişi tek bilet,
...ve soğuk yollar, acımasız kaldırımlar, ağbi üşüdüm...

Yıllar takvim yaprağından bir bir tükeniyordu anne,
Yazlık sinemalar kapanıyor, umutlarımız ölüyordu,
Lunapark mevsimimiz, göz göre göre çürüyordu,
Tükenirken ömrümüz bodrum katlarında, yarınlar ölüyordu anne ...

Maalesef geleceğe hep ipotekli yarınlar bıraktık,
Kış günlerinde Dilek?le çok ama çok ip atladık,
Geçer mi bunlarda derken, sözde rahatladık,
Nedense Şimdi dünün özlemine daldık ...

Hiç yoktan darmadağın olduk anne,
Kimin aklına gelirdi bu zor anne,
Böyle mi olacaktı Ah!.. anne,
Bir parça huzur nerede anne?.. Nerede anne? ...

SEN GİDERSEN

Sen gidersen sesin gider
Kokun gider yüzün gider
Ay dolanır pusularda
Tenim titrer gecem biter

Sen gidersen yüzün gider
Martı küser baykuş öter
Senden kalan son hatıra
İki damla yaşın gider

Sen gidersen boyun gider
Posun gider sözün gider
Bir şey kopar yüreğimden
Çatılmadık kaşın gider

Sen gidersen kim kıskanır
Kim dolanır pencereme
kimler gelir kimler geçer
Çift kapılı şu hücrede

Sen gidersen sohbet gider
Tadım gider tuzum gider
Dinlediğim her şarkıda
Tel kırılır sazdan düşer

Sen gidersen başkent gider
içim üşür ayaz düşer
İzmir de konak meydanı
İstanbul da taksim düşer

Sen gidersen canım gider
Adın geçer içim titrer
Şu dağlanmış yüreğime
Sevda denen akkor düşer

Sen gidersen herşey gider
Sesin gider,sesim düşer
Sen gidersen ey sevgili
Ben biterim,şiir biter...

Bedirhan GÖKÇE

DESEM Kİ

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm Seni arıyorum.
Seni, Seni, Seni

ALDIRMA

Karanlık ufuklar ergeç ağarır
Dağlarıda duman bürür aldırma
İnananlar elbet menzile varır
Hac kervanı ağır yürür aldırma

Sevda tutmaz her yüreğin örgüsü
Aşk dediğin kula Allah vergisi
Ne günahı vardır nede sorgusu
Sevmeyenler kinde erir aldırma

Ayrılıklar bağrımızı delsede
Soframıza hasret aşı gelsede
Muhammedler halimize gülsede
Derdi veren derman verir aldırma

Yolumuza dursalarda ne çıkar
Kolumuzu kırsalarda ne çıkar
Prangaya vursalarda ne çıkar
Hain ölür demir çürür aldırma

Aşkın denizinde çinup yunalım
Biraz daha bekle eli kınalım
Yanacaksak bu uğurda yanalım
Yananları Allah görür aldırma

ACILAR DENİZİ

Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını

Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiller söndürmüş ışıklarını

Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana; herkes içime dökmüş artıklarını

Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını...

İLK YAZDA

Sen bir sarkiyi yorumlarken
Ayaklarim yerden kesilir benim
Yedi kat göklerde dolasirken,
Basim bir yildiza çarpar
Akkor kesilir bedenim...

Sen bir siiri yorumlarken
Bense gök kusagina binerim
Yüregim kipir kipir bir kustur artik!
Dagin, vadinin üzerinde
Yagmurla yaris ederim…

Sen bir resmi yorumlarken
Boyalar canima karisir benim
Figürler egemen zaman ve mekana
Yer-gök türkü çiçegidir
Yeserten sensin güzelim...

Sen sustugun vakit ilk yaz yok artik
Berekette biter, sevda da biter
Birden çöküverir kis ve karanlik
Sarkisiz, siirsiz, resimsiz bir dünyaya dökülür
Kanatlari kirilan türküler...

Bana Bir Gül Ver

kendimin ellerinden tutunca
içimden nehirler gibi akmak geliyor
yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor

bak, palandöken dağlarında karlar erimiş
teknelerde kol kola bahar sulara inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver

yıllarım sırılsıklam yağmurlar giymiş
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver

ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım
sen kendinin ellerinden tut
kendine benim için bir gül ver


Nefretim Aşkımı Aştı Bu Gece

Sen benim gözümde bir hiçsin artık,
Nefretim aşkımı aştı bu gece
Bugün ki sözlerin söz müydü artık
Son sözün sabrımı aştı bu gece

Kolayca bitsin bu diyemedin de
Salladın savurdun basiretsizce
Hiç mi ders almadın onca gezdik de
Yağmurun rahmeti aştı bu gece

Yürümeyen neydi,ilişkimiz mi?
Günüm sensiz bomboş deyişimiz mi?
Sensiz yaşayamam çelişkimiz mi?
Yalanın doğrunu aştı bu gece

Evlenmek hayali kapımda idi
Giriş kat evimin boyası yeni
Mobilyan,takımın, alınmış idi
Vuslatım tadını aştı bu gece

Yemedim yedirdim ne varsa sana
Üç kuruşum olsa verirdim daha
Memurdum yoksuldum hatırlasana
Hafızam haddini aştı bu gece

Ayakların donmuş,üşümüştün de
Gece yatamamış üzülmüştüm de
Bir ay oruç tutup yememiştim de
O çizmen boyunu aştı bu gece

Yapılan söylenmez, gelmezmiş dile
Allahtan beklenir kul bilmese de
Kızgınlığım buna, sebep ise de
Sabrım miadını aştı bu gece

Onca gez toz benle,seviyorum de
Sonra git nişanlan bir de ona de
Şerefsizlik değil, nedir bu söyle
Küfrüm edebimi aştı bu gece

Sana son bir sözüm, nasihatım var
Aldığım ahlakla bir terbiyem var
Senin doğuran ana deyip geçmek var
Saygım adabımı tuttu bu gece
Gönlümün romanı bitti bu gece
Hangisine yansam şimdi gün gece
Ömrümden beş yıl gitti bu gece

GÖNDER


Git de bir kocaman zarf al çarşıdan
Üzerine endamını çiz gönder.
Bu ayrılık yetti artık canıma
Ayrılığı ayağınla ez gönder.


Gönülden af çıktı hasret suçuna
Gelmeye karar ver ayın kaçına?
Bir de resmini koy zarfın içine
Arkasına birkaç satır yaz gönder.


El söz eder gezme dağda bayırda
Otlar ayak öpsün gezki çayırda
Cümleleri dudağından ayır da
Üzerine dil deymemiş söz gönder


Kimde varki sendeki şu fidan boy
Aynalara bak da sana sen de doy
Saçlarının kokusundan bol bol koy
Sitem edeceksen ondan az gönder


Sabah erken erken düşki yoluna
Güneş bile girmesin koluna
Hasret kaldım ellerinin falına
Avucundan parça parça iz gönder



Umutları gökten yere indirde
İşte bunlar var ya hep senindir de
Hayallerinin trenine bindirde
Ne olursun seni bana tez gönder

ELLERİM ÜŞÜRDÜ

ellerim üşürdü, üşürdüm.
şehrin vitrinlerinden kayardı düşlerim
seni düşünürdüm.
sense, bir başka mevsimde sağanak halinde yağardın
başka ülkelere sımsıcak.
ellerim üşürdü.
nikotin kokan ellerim üşürdü ve...
bir sigara daha yakardım.
şehir ıslanırdı duman duman.
çocuklar uyanmış olurdu
düşlerini kaybetmeden uykularından
benimse kabuslarım kese kağıdı buruşukluğunda
asılı kalırdı gündoğumlarına.
ellerim üşürdü
ellerim üşürdü, donardı.
donardım teninin yokluğuna değince ve
bıçak ağzı bir yalnızlık ikiye bölerdi her şeyi.
bir yarısı sen olurdun her şeyin, bir yarısı ben olurdum
hiçbir şeyin.

ellerim üşürdü, üşürdüm.
bir bardak çay ve taze bir simit gibi kokardı rutubetli
geçmişim.
küçük bir saçak altı kahvesinde güneşi soğuturdum. sonra
denize karşı
kimsesiz bir adam gibi dalgalar hıçkırıklarımı boğardı.
Varlığına açken, muhtaçken bir lahza görmeye seni.
ellerim üşürdü, üşürdüm ve doyardım yokluğuna.
donardım. martılar göç ederdi,
demirlerdi tüm gemiler limana boşalırdı deniz
yürüyüp çıkardı balıklar tuzlu bir yaşamın soluk aralarından.
seni düşünürdüm. su olurdum, toprak olurdum, kus olurdum ama
yasam olmayı beceremezdim. sensizliğinde acemi bir ölümü
karşılardım.
beceremezdim ölmeyi.

ellerim üşürdü,üşürdüm.
tanıdık bir adam sesine karışırdı hüzünlerim.
kapanan bir kapı sesine kilitlenirdim.
duvar, duvar karanlık büyürdü içimde yollar,
ne bir köşe başı, ne bir viraj ne dur ne durak
adımlarım soluklarını arardı kayıp yollar da
sonra, bir kadın çığlığı kayardı yıldız yıldız.
önce ilk bahar defnedilirdi karınca ayazında
sonra bir pervane yanardı.
gözlerimin sırılsıklam aydınlığında
kanatlarına islerdi yaşanmamış bir yaz kelebeklerin.
sonbahar geçerdi, kar yağardı.
ellerim üşürdü üşürdüm
ve şubatla biterdi bir masalın son cümlesi
seni düşünürdüm..

BEYZA

Bir resim gördüm kitabın üstünde
Sonra bir resim de ben çizdim.
Saçlarını savurdum rüzgarın hoyrat ellerine
Gözlerinde mutluluğu estirdim.
Ve adını yazdım bir kenarına
Ve içimi döktüm çaresizce satırlara
Hüzünlendim birden
Ve kelimeler dizildi ardısıra
“Ben sana mecburum
Sen yoksun.”
Kar yağar yüce dağlara
Beyazların en beyazından
Dallara çiçekler düşer ilkbaharda
Beyaz, en beyaz, renkleri hep beyzâ...
Rüyâma girersin sabaha karşı
Titremeyle uyanırım, yokluğunla
Ansızın harfler yine dökülür dilimden
Boşlukta yine adın yazılır:Beyzâ...
Elimdeki kağıdı önce kırmızıya boyadım
Sonra yeşilden çizgiler çektim üstüne
Ve aklıma
Yıllar önce okuduğum bir kitap geldi
Sanki aynı satırları yeniden okudum:
“Yeşil bağla ala karşı
Yakışmazsa öldür beni...”
“Ve Itır çekildi pencereden
Utandı, başını öne eğdi.”
Sonra adını yazdım siyah kalemle
O yeşil çizgilerin arasına: Beyzâ...
Sonra tekrar dağlara baktım
Bu sefer renklerine is düştü
Dağ başında bulutları morarmış gördüm
Güvercinin mor kanadına
Seni sordum
Zaman sensiz geçmiyor
Uyku girmiyor gözüme geceleri
Duvarları bile beyaza boyadım
Karanlık, beyazını gölgeliyor
Düşündükçe
Tüm bunlar rüyaymış gibi geliyor
Beliriyor hayalin birdenbire duvarda
Uzanıyorum
Tutamıyorum
Bağırıyorum ardından:
Beyzââââ....
Koşuyorum ardından tüm gece boyu
Sonra kabuslar konuk oluyor
Hayallerimi darmadağın ediyor
Deli bir rüzgar
Döküyor çiçeklerini baharımın
Bir hoyrat el
Siyah küller savuruyor
Beyaz karlar üstüne...
Ve sonra kefenin biçiliyor beyaz bir kumaştan
Tabutuna yeşil bir yemeni örtüyorlar
Yeşilin en güzelinden
Yeşil sana yakışırdı, beyaz da öyle
Kefeninde bir leke bile yok siyahtan
Ama toprağın siyah eli
Karalıyor bedenini Beyzâ...
Yine beliriyorsun bir serap gibi
Sesin bu defa çok uzaklardan geliyor
Sanki cennetten, hurilerin içinden
Gülümsüyorsun...
O kadar güzelleşmişsin ki
Dünyada bu kadar yakın olmamıştım sana
Yıkanırken bedenim, kabirde kefenim kararır
Düşündükçe
Düşündükçe elemlenirim, benzim sararır...
Yeşil ve mavi boyasıydı
Sen gidince karaya büründü dünya
Karlara ve bahara leke sürdüler Beyzâ
Sen gidince bu garibi hor gördüler Beyzâ
Sana kavuşmayı bana zor gördüler, çok gördüler Beyzâ...

GİDERKEN

Bilerek mi yanına almadın giderken,
Başının yastıkta bıraktığı çukuru...

Güveniyordum oysa ben sevgimize,
Vapur iskelesi ya da tren istasyonundaki,
Saatin doğruluğu kadar...

Beni senin gibi,bir de annem terketmişti...
Ki göbeğimde durur,onun yokluğundan bana kalan çukur..

YALAN

Allah, anamdan razı olsun
Bana sevmeyi öğretti..
Yere serilen sofralarda
Kurumuş ekmeklerle, soğan yemeyi...

Bir dilim ekmek, bir salkım üzümle
Gün ışığını sofraya getirmeyi
Anam anlatmıştı, bir yaz günü
Bir bardak suya şükretmeyi...

Yağmurlu havalarda dua etmek
Bana anamdan arta kalmış..
Yalnız “sev! ..” dediği insanlardan
Sevgi beklemek yalanmış! ...

BİR AYRILIK GÜNÜNDE

Ne gariptir şu ayrılık günleri
Bir dosttan da, düşmandan da ayrılsan
Nedense bir tuhaf oluyor insan

Derin bir sızı giriyor içeri
Son bir defa bakarken caddelere
Dükkanlara, evlere, kahvelere

Hatıra yüklü kervanlar geçiyor
Dolu dolu gözlerinin önünden
Bu son yadigar mı bir ayrılık gününden

Ne unutulmaz zamanlar geçiyor
Ağır ağır biz farkında değilken
Gökler masmavi, yaprak yemyeşilken

Sen istediğin kadar unutulmaz de
Bu son dakika, bu vakitsiz yağmur
Unutulur, azizim unutulur

Başka ne yapılır böyle bir günde
Kapanan bavul, çivilenen sandık
Ve sonra kuru bir "Allaha ısmarladık!"



SEN SEN SEN


Bir dağbaşı yalnızlığı yaşıyorum yeniden.,
Dağbaşı yalnızlığı ölümden beter.
Hiç kimse aramasa sormasa beni
Sen gelsen yeter..

Huzur ellerinin güzelliğidir.
Gözlerin karşımda mutluluk denizi.
Her sabah soframızda ekmeğimizi
Sen bölsen yeter..

Yüreğim seninle yaylalar kadar serin
Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam
Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam
Sen dolsan yeter..

Bende çaresizlik sonsuz kördüğüm.
Bende sabır sende naz..
Gündüzünden vazgeçtim düşümde biraz
Bir yüz görümlüğü sen olsan yeter..

Duymasa da hiç kimse şâir gönlümün,
Sende karar kıldığını...
Ve içimin şerha şerha yarıldığını,
Sen bilsen yeter..

Bir gün duysan bittiğimi, tükendiğimi..
Çıkıp gelsen uzaklardan korkulu ürkek..
Bir incecik dal gibi üzerime titreyerek,
Eğilsen yeter...........

YENİK SERÇE (ADI NEVİN)

Yaban
ve asi
dağlara dağılan taylar gibi.
ve yangın
gençliğinin alazında ışıltılı bıçaklar gibi.

Adana’da yollara dizilmiş garlarda,
çığlık çığlığa peronlarda
çocuklar gibiydi gözleri.

Adı Nevin,
şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin...

O, kanadı kırık bir kuştu,
beyaza vurulmuştu;
kimseler görmedi bir başka renk sevdiğini.
Kimseler…Görmedi kimseler kirlendiğini...

Adı Nevin,
hüzün kokar ve korkardı geceleyin...

“Kendini martılarla bir tutma” derdim;
“senin kanatların yok.
düşersin, yorulursun,
beni koyup koyup gitme ne olursun! ”

O, kanadı kırık bir kuştu,
gülümserken vurulmuştu.
Kimseler görmedi uçtuğunu.
Kimseler…Görmedi kimseler öpüştüğünü...

Adı Nevin,
özlem tüter ve çağlardı geceleyin.

“Işığın” diyordu: Kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum;
karanlık kördü ve acımasız...
Ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı;
kanatlarımı kanatmaktan geliyorum...

O bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı.
Sonra da çift çıkardık;
kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık!
O kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı,
insanlar dar yapılmıştı, çıkardık!

Kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda...
Avurtlarına çarpan kar taneleri,
gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi...
Erirdi...
Biz yan yana, yana yana... Yana yana!

O bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı,
ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı...

Gitti... Kanatları yüreğimdeydi.
Kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi.
Yitirdim o aşkın kimliğini;
h ü k ü m s ü z d ü r...

Adı Nevin,
ihaneti tutuşturduk bir sabahleyin!

ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN

Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

NOKTA NOKTAM

Dün bir dosttan, uzun bir mektup aldım
Beni anlatmış sana ve sen ona
"Unuttum artık onu" demişsin.
Hem bu sözü gülerek,
Medar-ı iftihar ile söylemişsin.
Unutamazsın Nokta Noktam
Unutamazsın!
Çünkü; unutmak için
önce unutulmak gerek
Oyasa ki sen,
Hala bende esen,
Eski kavak yelisin.
Unutamazsın...
Kan değil, tüküremezsin,
Ruj değil, silemezsin
Dişi dudaklarına, dişimle yazdığım
İki heceli erkek adımı
Unutamazsın Nokta Noktam
Unutamazsın!
Seninle biz, halâ bir kabukta
İki badem içi gibiyiz.
Baharsın; kokacaksın
Güneşsin; yakacaksın.
Sabah yatağım kadar rüyâ dolu
Sabah yatağım kadar sıcaksın
Unutamam
Unutamazsın!
Şimdilik bu kadar.
Öbür mektubuma daha diyeceklerim var
Darılma bana, gücenme sakın
Ankara günlerinin bembeyaz ufkundan
Binlerce selam sana.

Bahar başladı nokta noktam
Ankara'da bahar, veriminde toprak ana
Aylar var ki sana tek satır yazamadım
Oysa ki şimdi mevsim bahar
Ötüşlerde adın, kokuşlarda tadın var
Artık yazmalıyım.
Takvime baktım bu sabah,
ayrılalı beş ay olmuş.
Düşün ki Nokta Noktam
Beş ay denilen nesne tam yüz elli gün eder.
Bunca uzun ayrılıksa;
İnan bana Nokta Noktam
İnsanı, herşeye küskün eder.
İnan bana... Dargınlığım herkese
Ve tek hasretim sana
Düşünüyorum...
Aşıklar pazarına çıkan yolu düşünüyorum.
Bu yolun sağında yükselen
Her geçişinde penceresinden tebessümler gelen
Bahçesinde iri yedi veren,
kayısı gülleri açan evi düşünüyorum.
Bir türlü gelmiyor düşüncelerimin ardı
Ablan yanımda çorapsız gezerdi,
Baş örtüsüz annen.
Düşünüyorum... Bu mevsimde baban,
Her akşam bir yerine iki içerdi.
Miyoplaşınca gözleri "Şair, iç be oğlum
bahar dişidir doğurur" derdi.
Bahar başladı Nokta Noktam.
Ankara'da bahar,
Gönül ufkunda yağmur bulutları
Cennet olsa artik sevmiyorum
Sevmiyorum sensiz baharı...

Sen; ey yirmidört baharın en güzel süsü!
Sen; ey mutlu günlerimin mutlu türküsü!
Sen; ey ilk yaz akşamları kadar güzel çocuk!
Sen; ey altın gözlerinin hisli dünyası!
Ölümsüz bir yolculuk yaratan
Sen; ey çıplak bir hançer gibi!
Boylu boyunca gönlümde yatan
Sen; ey herşeyim olan herşey!
Son mektubunda söz verdin
Tut diyorsun, unuttum
Unut diyorsun, unutmak mı???
Güneş tekrar doğmayı unutabilir mi hiç?
Gönül ferman dinlemez sözü unutulabilir mi hiç?
Sen; ey mutlu günlerimin mutlu türküsü!
Sen; ey herşeyim olan herşey!

Bu gece Yılbaşı...
Başkent'de kar yağıyor Nokta Noktam
Başkentte kar ve tütüyor gözlerimde
Küllenmiş bir mangal gibi hatıralar
Başkent'de kar yağıyor, başkent'de kar...
Bu gece yılbaşı.
Bilirsin ki Nokta Noktam
Yılbaşında hesaplanır
Çoğu zaman insanların yaşı.
Bu gece yılbaşı...
Tokmaklarında yirmi dört hece
Eğilip üstüme sessizce
Şehrin kule saati
Bilir misin Nokta Noktam?
Bilir misin, bilir misin ne dedi?
"Şair, kutlu olsun, yaş otuz yedi."
Ve bir el saçlarımdan tutarak
Kalbimi sana kadar sürükledi.
Bu gece yılbaşı, başkent ayakta
Çalınan Tuna dalgaları komşu plâkta.
Ne de kıvrak bu vals havası
Başladı yine gönlümün
On yıl evvel ki kanaması
Ne günlerdi o günler cancağızım
Ne günlerdi...
Sen, on yedisinde sevgilerin sisinde
Başı duman duman bir kız.
Ben, yirmi üstünde
Gönlü gördüğü her güzelliğe nişanlı
Öylesiye bir şair, öylesiye bir delikanlı.
Ne çabuk geçti zaman.
Hey gidi Dünya hey...
Bu gece yılbaşı
Dışarıda kar yağıyor ve tütüyor gözlerimde
Küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar
Köşede bir kırlent, kırlentde bir resim.
Bartın'da bahar.
Elimle yapmışım
"asma köprüsünden" Kocanaz deresi
Sağda, orta okul
Okulda, çocukların sesi.
"Çakır beylerin" elma bahcesi.
Derede kayık, dümende ben.
Küreklerde sen.
Hava berrak, hava ılık
Hava temiz
Ve sularda sarmaşan gölgemiz
Bu gece yılbaşı, başkent ayakta
Çalınan Tuna dalgaları değil artık
komşu plâkta.
Gönlüm bu diyardan çok çok uzakta.
Dışarıda kar yağıyor.
Dışarıda kar ve tütüyor gözlerimde
Küllenmiş bir mangal gibi
Eski hatıralar...

BU BİR AYRILIK DEĞİL

Özle(me) yeceğim seni diyip
Kasem ederken yürek ayinimde,
Keşişin gözleriydi yaşaran…
Kefenlerden biçtiğim yelkenlerdi
Rüzgarın bağrında savrulup,
Gün doğmayacak kentlerin
Eteklerinde dolaşan….

Özle(me) yeceğim derken,
Bir minik şişeye salacaktım sensizliği.
Senden sıçramış ne varsa hayata
Dolduracaktım içine.
Mor vedalarda kalıp,
Hani, güvertesinde,
Gözlerime aktığın yerden
Salacaktım denizlere….

Özle(me) yeceğim diyerek
Ettiğim kasemin kefareti,
Hangi sunakta adanacaktı?
Hangi biri sığacaktı hatıralarımın
O şişeye..?
Arnavut kaldırımlı yol,
Ihlamur ağacı,
Elimde ayaza kesmiş bir çakı
Dünyam, sen…..

Özle(me) yeceğim seni bil
Bil ki düşlerimde yan yana iki lahit.
Yangın var koyunlarında
Bahira’nın tuvalindeki
Umuda iliklenmiş ruhları
Sessiz çığlıkları yırtıyor
Servili kasabayı…..

Özle(me) yecektim seni…
Bilirdim, ıradıkça sen,
Yıkılacaktı bir bir kalyonun direkleri.
Ağlayacaktı yelkenlerin beyazı.
Bilirdim kabus olurdu sensizlik
Ve bilirdim “ben susunca da yağmurlar yağardı! ”
Toprak olurdu aşkın rengi.

Özle(me) yecektim sen kokan çiçekleri
Mavi sarı saksıların matemini tutacaktım
Iradıkça devrilecekti yığdığım hatıralar
Devinecekti, sen sinmiş her bir şey..
Sen rüzgar olup esişimi,
Ölüm olup göçüşümü,
Dua olup susuşumu hissettikçe
Yasını tut(maya) caktım
Özle(me) yecektim ben seni

Bu bir ayrılık değildi,
Göz yaşlarım gülümseyecekti,
Gün doğmayan yaşanmışlıklarıma.
…….

Billahi,
Özle(me) yeceğim işte seni…!

İKİ YOLCU

Bu kalabalık senin düğününe
Benimse cenazeme geliyor
Bu davullar senin düğününe;
Benimse cenazeme çalıyor.

Senin üzerine çiçek
Benim üzerime toprak atacaklar
Senin kınalı ellerinden
Benimse tabutumdan tutacaklar

Seni türkülerle, beni ağıtlarla
Uğurlayacaklar bizi iki yolcu gibi
İkimizde giysisi beyaz olacak
Nüfusa seni EVLİ beni ise ÖLÜ Yazacaklar

EY HAYAT

ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında yokum ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın…

yaş**Yasak Kelime** bir ıstaka
gelir vurur ömrünün coşkusuna
hani tutulur dilin
konuşamazsın!

tırmandıkça yücelir dağlar
sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü
tutunamazsın…

eloğlu sevdalardan dem tutar
aşk büyütür yıldızlardan
yasak senin düşlerin
dokunamazsın...

birini sevmişsindir geçen yıllarda
açık bir yara gibidir hâlâ
hâlâ ne çok özlersin onu
ağlayamazsın...

yolunda köprüler çürür
sesin, sessizlik sanki bir uğultuda
savurur hayat kül eyler seni
doğrulamazsın!

yapayalnız bir ünlemsin
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda
herşey çeker ve iter
anlatamazsın...

yaş**Yasak Kelime** bir ıstaka
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna
sesinde çığlıklar boğulur ama
bağıramazsın…

sonra vakt erişir, toprak gülümser sana
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın!

yazdırmalısın mezar taşına:
ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında hiç olmadım ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın…

KALANLARA SELAM OLSUN

Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun

Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun

Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir asân vechile
Yuyanlara selam olsun

Azrail alır canımız
Kurur damarda kanımız
Yuyacağın kefenimiz
Saranlara selam olsun

Selâ verile kastımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun

Dünyaya gelenler gider
Hergiz gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsun

Miskin Yunus söyler sözün
Yaş doldurmuş iki gözün
Bizi bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun

GİTMEK

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
bir baska ülkeye,dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakip gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize raziyiz diyelim, öteki de olmuyor.
Yani her seyi yüzüstü birakmak göze alinamiyor.
Böyle gidiyor iste.
Bir yanimiz ''kalk gidelim'',
öbür yanimiz "otur'' diyor.
"Otur" diyen kazaniyor.
O yan kalabalik zira.
İs, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu...
En kötüsü aliskanlik.
Aliskanligin verdigi rahatlik,
monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor.
Kaliyoruz.
Kus olup uçmak isterken agaç olup kök saliyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha dogurmalar...
Borçlara girmeler...
Isi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alikoyabiliyor.
Misal, ben...
Kapidaki Rex'i birakip gidemiyorum.
Degil bu sehirden gitmek,

iki sokak öteye tasinamiyorum. Alip götürsem gelmez ki...
Bütün sokagin köpegi oldugunun farkinda.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
''Sirtinda yumurta küfesi olmak'' diye bir deyim vardir;
evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatimiz küfeler.
Ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazim.
Inadina kök salmak lazim.
Bari ufak kaçislar yapabilsek.
Var tabii yapanlar.
Ama az.
Sadece kaymak tabakasi.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif...
Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00, aksam 18.00.
Sonra baska mecburiyetler.
Sıkışıp kaldik.
Sirf yeme, içme, barinmanin bedeli bu kadar agir olmamali.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karsiligi bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar midir bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar á**Yasak Kelime** olmam ama her bahar gitmek isterim.
Gittigim olmadi hiç.
Ama olsun...
Istemek de güzel..


KENDİNE BENİM İÇİN BİR GÜL VER

kendimin ellerinden tutunca
içimden nehirler gibi akmak geliyor
yollara çıkmak,yolculuklara bakmak geliyor
geberesiye içip salaş meyhanelerde
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor

bak,Palandöken dağlarında karlar erimiş
teknelerde kol kola bahar sulara inmiş
dağlar için,sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver...

yıllarım sırılsıklam yağmurlar giymiş
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver

ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım
sen kendinin ellerinden tut
kendine benim için bir gül ver

 

Adı Yalnızlık

Gölgen gibidir yalnızlık
Gecenin ıssızlığı, karanlığı gibi boş ve soğuk.
Sarılırsın ararsın tutamazsın
yoktur çaresi.
Adı Yalnızlık
Yazılmıştır birkere
Yiğit olsan da büker bileği,
Cesur olsan da sızlatır yüreği.
İçindedir sevgi, insanın tek dileği
Ateşten gömlek misali

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol